Haber

İmamoğlu: Türkiye’yi mülteci pazarlığı yapılan ülke haline getirdiniz

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Almanya’nın Düsseldorf kentinde Avrupa Türk İş İnsanları ve Sanayicileri Derneği (ATİAD) üyeleriyle bir araya geldi. Bir Türk girişimcinin restoranında yapılan toplantıda konuşma yapan İmamoğlu’nun gündeminde mülteci sorununu vardı.

Türkiye’den dünyanın farklı ülkelerine yaşanan beyin göçüyle ilgili görüşlerini paylaşan Ekmrem İmamoğlu’nun değerlendirmelerinden satır başları şöyle:

BEYİN GÖÇÜNÜN ÜZÜCÜ VE GURUR VERİCİ TARAFLARI VAR: Bu beyin göçünün bizi üzen tarafı var. Eğer hak ettiği değeri bulamadığı ya da hak ettiği bir biçimde kendini gösterecek ortamı yakalayamadığı bir şekilde ülkeyi terk eden bir beyin göçü var ise, bu bizi mutsuz eder. Ve şu anda yoğun bir biçimde böyle bir dönemi yaşayan durumdayız.

Ama Türkiye’den bizim insanlarımız, milletimiz yurtdışına gitmeyecek diye bir kaide olmaz, olamaz. Kaldı ki buna ihtiyacımız da var. Böylesi göçler olur ve ‘ülkemizin diasporası’ diye tarifleyeceğimiz, ülkemizin marifetli insanlarının başka ülkelerde başarılar elde etmesi ama iş dünyası olarak ama bilim dünyası ama akademik dünya kavramıyla ama kültürde, sanatta, sporda başarı elde etmesi elbette bizi hem gururlandırır hem de globalleşen bir dünyada bizleri son derece mutlu eder.

BU FIRSATI NASIL DEĞERLENDİREBİLİRİZ: Dünya üzerinde yaşanan savaşlar ve çatışmalı ortamalar nedeniyle düzensiz bir mülteci akını yaşanıyor. Türkiye bu olumsuz durumdan en fazla etkilenen ülkelerin başında geliyor. Türkiye’den Almanya’ya yaşanan göçle bugünkü mülteci sorunu aynı kapsamda değerlemez. Bu bağlamda, ülkemizin bu sorununa hem temas ederken hem de sizlerin göç hikayesinin ne denli başarılara evrildiğini de bir iş dünyası anında burada görmekten son derece mutluyum.

Bugün özellikle bütün dünyada, küresel bir ekonomik sıkıntı var. Ancak tabii bu anlamda zorlukları konuştuğumuz kadar, bu durumun fırsatları da doğurabileceğini, iş dünyası temsilcileri olarak sizler çok iyi biliyorsunuz. Bu anlamda biz bu fırsatı nasıl değerlendirebiliriz ve ülkemizin ticaretini nasıl daha fazla yukarıya tırmandırabiliriz; bunu önemsiyoruz. Bu anlamda çalışmalarımızı yürütüyoruz.

AVRUPA BİRLİĞİ YOLCULUĞU, TÜRKİYE İÇİN ÖNEMLİ BİR KONU: Avrupa Birliği yolculuğu, Türkiye için önemli bir konudur. Ama arzu ettiğimiz seviyeye gelmemiştir. Ben, iki boyutuyla bu süreci önemsiyorum. Özellikle AB ilişkilerinin devam edebilmesi ve sürdürülebilir hale getirilmesi, üyelik sürecinin uğramış olduğu sıkıntıya rağmen, AB’nin ortaya koyduğu bir kısım kriterlerin ülkemiz faydasına kullanılması ve bu konuda atılacak adımların ülke insanının mutluluğu açısından önemli olduğunu düşünenlerdenim. Bu kapsamda ilişkilerin normalleşmesi ve diyaloğun mutlaka seviyeli ve saygın bir biçimde ilerlemesi konusunda adımların atılmasını, Türkiye’miz adına önemsiyorum. Tabii bu yönüyle, özellikle merkezi yönetim tarafından alınacak önemli kararlar şart. İstihdamın dönüşümü, yeşil dönüşüm, dijital dönüşüm; bizim anahtar kelimelerimiz olmalı. Zira bunlar olmadığı takdirde Avrupa Birliği’yle, Avrupa Birliği ülkeleri ve oradaki kurum ve kuruluşlarla ilişki yönetme şansımızın kalmayacağını hepimiz biliyoruz.

MÜLTECİ MESELESİ, EVRENSEL BİR SORUNDUR: Fransa’da, Nice’de 2015’te bir toplantıya katıldım. Ve mülteci akını çok yüksek seviyede devam ediyordu Türkiye’ye. Avrupa’nın önemli kentlerinin temsilcileri oradaydı. Dedim ki; Mülteci meselesini Avrupa’dan şöyle izlediğinizi görüyorum. ‘Türkiye, bu konuda duvar olsun. Oradan geçmesin de ne olursa olsun.’ Bir; insani değil mülteciler adına. İki; Türkiye, böyle bir ülke değil. Hiçbir ülke böyle olamaz. Hiçbir ülkeyi böyle bir haksızlığa tabi tutamayız. Mülteci meselesi, evrensel bir sorundur, global bir sorundur. Kaynağı açlık olabilir, susuzluk olabilir, iklim krizi olabilir. Daha kötüsü, savaş olabilir.

HÜKÜMET KÖTÜ BİR SINAV VERDİ: Böyle bir ortamda göç eden insanları, ‘Barışı nasıl oraya getirebiliriz’ ya da ‘Suyu nasıl oraya getirebiliriz’ ya da ‘Açlığı orada nasıl sona erdirebiliriz’ diye düşünmek zorunda olan ülkeler iken, ne yazık ki Türkiye’yi, ‘Şu kadar para verelim ve mültecileri orada tutun’ pazarlığı yapılan ülke haline getirdiniz. Ve bu konuda Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hükümeti, kötü sınav vermiştir. Meseleye bu seviyede tutarak, mültecilerin gelişini alkışlamış ve alkışlattırmıştır. Bu olmaz.

İSTANBULLUYA DA MÜLTECİYE DE HAKSIZLIK: 2,5 milyona yakın mülteci var İstanbul’da. Bir anda. Yani 10 senelik faturadan bahsediyoruz. 10 senede 2,5 milyon ne demek biliyor musunuz? 16 milyon resmi nüfusun neredeyse yüzde 17-18’i demek. Böyle bir artış olamaz. Doğru değil. Mülteciye de haksızlık, İstanbulluya da haksızlık…

Ama tekrar söylüyorum; insanlık dışı tariflerle, şiddeti öne koyan anlayışla mülteci meselesini tariflemeye çalışanlara da karşıyım. Altını net çizeyim. Şunu da söyleyeyim: Bunu niye anlattın Nice’deki bu toplantıda? Aynen bu konuşmayı yaptım, ‘Bu yanlıştır’ diye Avrupa’daki bütün şehir belediye başkanlarının yüzüne. Kalktı o dönemde, işte iktidar partisiyle aynı partiden bir belediye başkanı, ‘Biz Osmanlı’nın torunlarıyız. Biz herkese kucak açarız. Gelirler. Haydi…’ Bir Mehter Marşı eksikti. Böyle bir konuşma yaptı. Konuşması bitti. Dedim; ‘Kardeşim sen ne diyorsun Allah aşkına ya? Sen, kendi ilçende seçim konuşması mı yaptın, Avrupalıyla bir problemin çözümüne dair teknik bir konuşma mı yaptın? Ne konuşması yaptın’ dedim.

BU, SON 10 YILIN FATURASIDIR: Meseleyi bu seviyeye evirerek, şu anda ülkemizi büyük bir sorun yumağıyla karşı karşıya bırakmıştır ve bu son 10-11-12 yılın faturasıdır. Artık ülkemizde kaç milyon düzensiz göçle gelen insan vardır, bilmiyoruz. Efendim, bunu şöyle tanımlayanlar var: ‘Bak onlar olmasaydı, tekstil sektöründe biz işçi bulamazdık, bilmem ne sektöründe işçi bulamayanlar var.’ Böyle bir tarif olabilir mi? Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çalışan insana ihtiyacı varsa, gider, nasıl Almanya anlaşmayla Türkiye’den, Yunanistan’dan, başka ülkelerden iş gücü talebinde bulundu; sen de gidersin, ne bileyim Türkmenistan’dan geldi, işte Afganistan’dan iş gücü talebinde bulunursun, resmi iş gücünü ülkende çalıştırırsın. İş gücünü bir ülkeye getirmenin hem evrensel hem ülke hukukunda yeri var. Bunda birtakım hafifletmeler yaparsın, farklı uygulamalar yaparsın, getirirsin. Ama Türkiye’de, gelecekte hesabını veremeyecekleri kötü bir uygulamayla, ardına kadar kapıyı açarak ve de altını çizeyim, Suriye’de veya Irak’ta başta olmak üzere, orada yaşanan birtakım karışıklıkları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dünyadaki dış ilişkilere bakışına ters bir biçimde, iç işlerine müdahale edecek şekilde yöneterek, göçü de tetiklemişiz.

ÜLKENİN İÇ İŞLERİNE KARIŞAMAZSIN: Bizim, ‘Yurtta barış, cihanda barış’ felsefemizin temel duygusu nedir biliyor musunuz? Bir ülkenin iç işlerine karışamazsın. Ama orada bir yanlış var ise, evrensel hukuk çerçevesinde tepkini gösterirsin o ayrı bir şey. Kendi güvenliğiyle ilgili bir tehdit varsa, güvenlik tehdidini ortadan kaldıracak tedbirler alırsın. O ayrı bir şey. Ama biz bu çizgiyi aşarak, başka bir evrede dış politika yöneterek, yürüterek göçü de tetikleyen bir duruma getirdik ve bugün milyonlarca insanın… Bakınız; onlar da mutlu değil. Çocuk, kadın, genç, yaşlı… Onlar da mutlu değil, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere. Türkiye’miz de bu anlamda mutsuz. Şimdi bugünün dünyasında, bugünün ülkesinde, yani bugünün Türkiye’sinde bu sorunu, çok evrensel bir biçimde ele alarak, farklı platformlara taşıyarak ve altını çizerek söylüyorum; Türkiye’yi efendim Ortadoğu’yla aramızda bir duvar olsun, kalanlar orada kalsın, buraya geçmesin bize yeter. Böyle bir şey olmaz. Zaten olmadı da. Başaramazsın.

Aynı şekilde o mülteci akını, şimdi Avrupa’nın sokaklarında da var. İtalya’da da var, Fransa’da da var, Almanya’da da var. Bu bağlamda evrensel zemine taşıyarak, dünyanın farklı kurumlarında bu işi tartıştırarak çözüm bulmamız gereken bir konudur. Ama dediğim gibi, bir insanı konuşuyoruz. Kaldı ki; biz sokak canlısını da düşünmek zorundayız. Başka şeyi de düşünmek zorundayız. Ama insanı konuşuyoruz. Çocuğu konuşuyoruz. Kadını konuşuyoruz. Yani kolay değildir. Öyle atıp tutmakla, asıp kesmekle bu işler olmuyor.

UZUN VADELİ ÇÖZÜM: Türkiye, bu anlamda da süreci deneyimlemiş milletlerden biridir. Her ne kadar düzenli iş gücü olsa da yani Almanya’ya veya diğer ülkelere, bunu deneyimlemiş, bunun fırsatlarını da bunun sıkıntılarını da deneyimlemiş, bunun problemlerini de kazanımlarını da deneyimlemiş bir milletiz. Dolayısıyla biz, bu sorunun çözümünü bu bazda ele alıp, kısa vadeli değil, uzun vadeli çözümüne kavuşturmayı gayretle göstermek zorunda olan bir milletiz. Dilerim ve isterim ki, özellikle komşu ülkelerdeki karışıklıkların, insanın insanı kestiği, öldürdüğü ve savaştığı bir ortamdan kurtarıp, barış ve huzur içerisinde, herkesin kendi topraklarında ve huzur içerisinde yaşadığı bir ortamı var etmek, Türkiye’nin asli sorumluluklarının başında gelmektedir. Bu bağlamda ben de kendisini bu çözümü oluşturma konusunda sorumlu hisseden bir yönetici olarak görüyorum. Bu konuyu hiçbir zaman gündemimizden çıkartmadan da bu konuya her boyutta çalıştığımızı da bilmenizi istiyorum. Hem yol arkadaşlarımla hem siyasi partimizde ve diğer unsurlarıyla çalışıyoruz. Umuyorum başarıyı hep beraber kavuşuruz.

BU YÜZYIL ZOR GEÇECEK: Tabii zor bir dünya var. Gerçekten bu yüzyıl zor geçecek, kolay geçmeyecek, ekonomik anlamda, iklim krizi noktasında, savaşlar… Bakınız Ukrayna’da yaşanan savaş… Yani bir ülke karar veriyor ve saldırıyor, bir savaş çıkıyor. Büyük bir mezalim bu. Daha kötüsü. Mazlum insanların öldürüldüğü yerde, seyreden bir dünya. Yani Filistin’de, Gazze’de, Filistinlilere yapılan katliamı bütün dünyanın seyrediyor olması… Bütün bunlar kötü sınavlar. Bütün bunlara karşı milletçe, aklı başında, iyi düşünceyle, doğru düşünceyle, hukuktan asla vazgeçmeden, güvenliğinden asla taviz vermeden, biz buna biraz ‘hümanist bir bakışla’ diyoruz -ki bizim topraklarımızda o tılsım var- bunu bütün dünyaya anlatarak, inşallah dünyadaki barışa ve toplumsal iyileşmeye, ekonomik iyileşmeye hep beraber katkı sunar ve çözümler buluruz.

ALMANYA, TÜRKİYE’Yİ KISKANIYOR MU: (‘Almanya, Türkiye’yi kıskanıyor mu’ sorusu üzerine) Bu, kritik bir sorun. Ben tabii Almanlar arasında bir anket yaptırmadım, yani bizi kıskanıyorlar mı diye. Kesinlikle bir kere kıskanılacak bir topraklarda yaşıyoruz. Türkiye’miz cennet. Başka bir ülke. Ama biz ülkemizin, o toprakların, o cennet vatanın hak ettiği değerde bir yönetimle ya da orayı koruyan, geliştiren, dünya ölçeğinde hak ettiği yere taşıyan bir seviyeye taşıma konusunda başarılı olamadık. Bunu kabul edelim. Yani bugün 8 bin dolarlarda, 9 bin dolarlarda kişi başı milli geliri konuşuyorsak, e bizim suçumuz var yani. Yakışmıyor o topraklara. Halbuki bizim topraklarımız paranın ilk defa gezdiği topraklar, basıldığı yer. Ticaretin ilk defa yapıldığı yer. Sadece o mu? Kültürün, sanatın, dilin, yazının icat edildiği yerdeyiz biz. Doğusuyla, batısıyla, güneyiyle, kuzeyiyle felsefenin, tarihte ne varsa aslında var olduğu yerde yaşıyoruz. Dünyada başka bir örneği yok.”

ŞU ANDA KISKANILACAK DURUMDA DEĞİLİZ: Ama bugün 8 bin dolar, 9 bin dolar kişi başı gelir… Ya da ilk 500 üniversite arasında üniversite sokamıyorsak, bilimde, icatta ya da patentte, teknolojide, sanayide, eğitimde, kültürde, sanatta milletçe hak ettiğimiz yerde değiliz. O bakımdan, yapacak çok işimiz var. Sorumluyuz. Cumhuriyete sorumluyuz. Binlerce yıllık Anadolu’nun medeniyetlerine karşı sorumluyuz. Milletimize karşı sorumluyuz. Atatürk’e karşı sorumluyuz. Hayatını feda etmiş nice liderlerimiz, güzel insanlarımıza karşı sorumluyuz. O bakımdan biz, şu anda kıskanılacak durumda değiliz.

(HABER MERKEZİ)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu