Kassam savaşçıları kim? 7 Ekim operasyonu olmasa Gazze’de ne olacaktı? Çarpıcı açıklamalar
Hamas’ın askeri kanadı Kassam Tugayları’nın 7 Ekim 2023’te İsrail’e yönelik karadan, havadan ve denizden gerçekleştirdiği Aksa Tufanı operasyonun yıldönümünde kritik değerlendirmeler yapılıyor. Hamas Sözcüsü Fevzi Berhum, Türk medyasına konuşarak direnişin bir yıllık serüvenini anlattı.
Fevzi Berhum, 7 Ekim’de Kassam’ın atağa geçmemesi durumunda İsrail’in saldırı gerçekleştireceğini, bu operasyon sayesinde Siyonist ordunun hazırlıksız yakalandığını kaydetti.
Peki Kassam Tugayları’nın bir yıldır dünyanın şaşkınlıkla seyrettiği destansı direnişini gerçekleştiren savaşçıları kim? Kimlerden oluşuyor?
Hamas Sözcüsü Berhum, Kassam mücahitleri arasında şehit ve esir yakınlarının ciddi oranda yer aldığını ve Kur’an hafızlığına büyük önem veren erlerden oluştuğunu sözlerine ekledi.
İşte Filistin’in Gazze Şeridi’nde İsrail işgaline karşı kurtuluş savaşı veren Hamas Teşkilatı Sözcüsü Fevzi Berhum’un Milat gazetesinden Hamza Er‘e verdiği o röportaj:
ORTADOĞU’NUN EN GÜÇLÜSÜ İSRAİL DEĞİL DİRENİŞ ERLERİ
- 7 Ekim’de gerçekleşen Aksa Tufanı Harekâtının gerekçesi halen tartışılıyor. Aksa Tufanı Harekâtı neden yapıldı?
7 Ekim’de başlattığımız Aksa Tufanı Harekâtı, işgal güçlerinin Filistin halkına yönelik sürdürdüğü komplolara karşı koymak için gerekli bir cevaptı. Dünyada özgürlük mücadelesini vermiş tüm halkların yaptığı gibi kurtuluş ve bağımsızlık yolunda savunma amaçlı bir eylem gerçekleştirdik.
Aslında bizim direnişimiz ve haklı mücadelemiz 7 Ekimle beraber başlamadı. Halkımızın işgale ve sömürgeciliğe karşı mücadelesi, Britanya sömürgeciliği ve sonrasındaki Siyonist işgal sebebiyle 105 yıl önceye dayanmakta. Bizim topraklarımız 76 yıldır işgal altında ve bizler de o günden beri işgalciye boyun eğmiyor, işgale karşı direniyoruz. Aksa Tufanı Operasyonu bu direniş sürecinin sadece bir devamı ve bir parçasıdır.
Bakın, sadece Aksa Tufanı Operasyonu’ndan bir ay önce Birleşmiş Milletler 78. Genel Kurulunda konuşma yapan Benjamin Netanyahu, içerisinde Filistin’in yer almadığı kendilerince tasarlanmış “Yeni Ortadoğu” haritasını kürsüden tüm dünyaya göstermişti. Batı Şeria ve kuşatma altındaki Gazze’de dâhil olmak üzere Ürdün nehrinden Akdeniz’e kadar uzanan bölgeyi tamamen “İsrail” olarak gösteren haritada “Filistin” yoktu ve işgalcinin gerçek hedefleri de açıkça belliydi. Maalesef o gün bu kibir ve cehalet dolu konuşmaya da seyirci kalınmıştı.
- Siyonist yönetimin aklından geçen ve sizin komplo olarak tanımladığınız tam olarak neydi?
İşgal ettikleri topraklarımızda tamamen egemenlik kurmak tabi ki… Siyonist işgalcinin bölgemizdeki baskı ve ilhak politikaları hiçbir zaman azalmadı. Filistinlilerin evlerinden ve yaşadıkları bölgelerden sürülmesi, Batı Şeria ve Kudüs’ün tamamının işgalci İsrail’in egemenliğine katılması yolunda fiilen adımlar attılar. Batı Şeria ve Kudüs’te yaşayan halkımızı sindirmek için korku ve şiddet ortamını arttırdılar. Zorla ve hukuk dışı yöntemlerle gasp ettikleri halkımıza ait araziler üzerine Yahudi yerleşim merkezleri inşa etmeyi sürdürdüler. Buralara yerleştirdikleri Yahudi yerleşimcileri silahlandırıp çeteleşmelerine imkân tanıdılar. Gece baskınlarıyla, toprak gasplarıyla ve bölgemize yerleştirilen Yahudi yerleşimciler eliyle “saldır ve işgal et” siyasetini daima gündemde tuttular.
Bizim kırmızı çizgilerimiz var. Onlardan biri de Mescid-i Aksa’dır. İşgalcinin mübarek Mescid-i Aksa’yı zamansal ve mekânsal bölme girişimlerine, Yahudi yerleşimcilerin kutsal camiye yönelik saldırılarının yoğunlaşmasına karşı halkımız direnişimizden cevap bekliyordu.
Aksa Tufanı, Mescid-i Aksa’yı postallarıyla çiğneyen, orada içki içip danslar ederek peygamberimize ve inançlarımıza hakaret eden, Resulullah’ın minberini kirleten, yaşlıları, kadınları ibadetten alıkoyup yerlerde sürükleyen Siyonist azgınlığa halkımız adına verilmiş bir cevaptır. Bizim mesajımız, “sizler eğer mukaddesatımıza ayak basak basarsanız, Resulullah’a ve inançlarımıza dil uzatırsanız, ürettiğimiz silahlar ve füzelerimizle, fedakâr mücahitlerimizle o ayaklarınızı kırar, sesinizi de keseriz” şeklinde oldu.
- Aksa Tufanı Gazze’nin Kuşatmasına bir isyan mıydı?
Elbette… Gazze Şeridi 2007’den bu yana dünyanın en büyük açık hava hapishanesi haline geldi. Tam 17 yıldır havadan, denizden ve karadan abluka altında tutulan 2 milyondan fazla Gazzeli boğucu bir kuşatmayı yaşıyor.
Bu dönemde, ablukanın sebep olduğu mahrumiyetlerin üstüne Gazze’de beş yıkıcı savaş da gördük. 2000 yılının başından 2023 yılının Eylül ayına kadar işgalci İsrail’in saldırılarıyla Gazze’de katledilen Filistinli sayısı 11 bini geçmişti; yaralılarımızın sayısı da 150 bini aşmıştı. Sadece 2018 yılında, Siyonist ablukayı, ağırlaşmış insani koşulları protesto etmek ve geri dönüş haklarını talep etmek üzere “Büyük Dönüş Yürüyüşü” gösterileri düzenleyen halkımızın üzerine açılan ateşte 360 Filistinli şehit olmuş on binlercesi de yaralanmıştı.
Soruyorum, bu yaşananlar karşısında dünya ne yaptı? Hiçbir şey… Gazze’de halkımızın yaşadığı bu acıları dindirebilmek için hiçbir adım atılmadı; tüm dünya 2 milyondan fazla Gazzelinin isyanını görmemeyi, duymamayı tercih etti.
Ancak, halkımızın içinden çıkmış olan direnişimiz Aksa Tufanı Harekâtını gerçekleştirerek işgalciyle anlayacağı dilden konuşmuş oldu. Böylece artık halkımızı savunmada yeni bir aşamaya geçmiş olduk.
Bu harekâtı yapmadan önce, işgal ordusunun dini bayramlarını kutladıktan sonra Gazze’ye saldırı düzenleyeceği haberine bilgi kaynaklarımızdan ulaşmıştık. Oturup bunu bekleyemezdik. Onlar bize saldırmadan biz onları hazırlıksız yakaladık.
İsrail, “bölgenin en güçlü devleti, yenilmeyen ordu” imajı çiziyordu. Ama biz bu balonu patlattık. 7 Ekim’de işgalci İsrail ordusunu iki saat içinde dağıttık. Dünyanın gözünde büyüttüğü düşmanın örümcek ağından daha zayıf olduğunu kanıtladık.
Bugün Orta Doğu’nun en güçlü ülkesi İsrail değil, direniştir; bugün Orta Doğu’nun en güçlü ordusu çıplak ayaklı direniş erleridir.
KASSAM YETİMLER ORDUSU
- Bu savaşçılar kimlerden oluşuyor? İçlerinde Gazze’nin şehid çocukları, yetimleri ve daha önce esaret yaşamış kişiler var diye biliyoruz.
Kur’an hafızlığına önem veren, sabah namazları başta olmak üzere ibadetlerinde hassas olan mücahitlerimiz içerisinde işgalcinin katlettiği şehitlerimizin ve tutsak ettiği esirlerimizin çocukları da tabi ki yer alıyor. Umudu, acıyı, davayı ve şuuru, işgal edilmiş topraklarımızda anbean yaşayarak öğrenen gençlerimiz düşmanın karşısına çelik gibi bir kararlılıkla çıkıyorlar.
76 yıldır yakan, yıkan, öldüren ve sürgün eden işgalci İsrail’in yurtlarından ettiği 7 milyon Filistinlinin vatanlarından uzakta, nerelerde ve hangi koşullarda yaşadığından bu dünyanın haberi var mı? Keyfi olarak gözaltına alınan, tutuklanan ve işgalci İsrail hapishanelerinde tutulan, 7 Ekim’den önce sayıları 6 bin olup şimdilerde ise 10 bini geçmiş olan esirlerimizin halinden kimsenin haberi var mı?
Yaşlı, kadın ve çocuklardan tamamen keyfi şekilde esirler alan, onları en temel haklarından mahrum bırakıp işkenceye tabi tutan insanlıktan çıkmış işgal güçleri, anlayacağı dilden bir cevabı artık beklemeliydi.
7 Ekim’de, İsrail ordusunun Gazze Tümeni’ni ve Gazze çevresindeki yerleşim yerlerinin yakınında konuşlanmış İsrail askeri tesislerini hedef almıştık. Harekâtımızın temel amaçlarından biri, düşman askerlerini esir alarak İsrail hapishanelerinde tutulan binlerce Filistinlinin esir takası anlaşması yoluyla serbest bırakılmasıydı.
- Aksa Tufanı’nın Filistin’e yakın bölge ülkeleri üzerinde nasıl bir etkisi oldu?
2020 yılında, ABD’nin öncülüğünde bölge ülkelerinin İsrail’i tanıması ve ilişkilerin normalleşmesine dönük bir anlaşma imzalanmıştı. Abraham Anlaşmaları olarak bilinen ve Bahreyn, Birleşik Arap Emirliği, Sudan ve Fas’ın imzaladığı bu anlaşmayla işgalci İsrail bölgede tanımış hale gelecek, Filistin davası bir daha hatırlanmamak üzere terk edilmeye uğrayacaktı.
ABD eski başkanı Trump zamanında başlayan ve Biden tarafından da devam ettirilen sürecin son ülkesi Suudi Arabistan’dı. Anlaşmanın imzalandığı günlerde hem Suudi Arabistan hem de diğer Arap ülkeleri işgalci İsrail’le barış anlaşması imzalamak için görüşmelerini sürdürmekteydi.
7 Ekim Aksa Tufanı Harekâtımız, Donald Trump’ın “Yüzyılın Anlaşması” olarak tanıttığı bu şeytani tuzakları yerle bir etmiş, Arap devletlerini geri adım atmak zorunda bırakmıştır.
- Aksa Tufanı Harekâtının kararı bir anda mı alındı?
Halkımızın yaşadıklarına, çilesine, öfkesine ama inanç ve kararlılığına dikkatli bir şekilde bakılırsa, gerçekleştirdiğimiz harekâtın bir anda ortaya çıkmadığı anlaşılır. Direnişimiz, üzerinde ciddi olarak çalışılmış ve hazırlanılmış bir operasyon yaptı. İmkânsızlıklar içerisinde, yanımızda hiçbir alet ve edevat yokken ürettiğimiz silahlarla, yıllardır planladığımız ve geliştirdiğimiz onurlu bir direnişi başlattık.
Şu hakikati tekrardan vurgulamak istiyorum: 76 yıldır süren ve gittikçe derinleşen işgal, halkımızı topraklarımızdan tamamen silme ve yok etme projelerinin hız kazanması, artık bir Filistin devletinden bahsedilemeyecek duruma gelinmesi, mübarek Mescid-i Aksa’ya dönük saygısızlıklar ve orada ibadet eden insanlarımıza yönelik saldırılar, 17 yıldır tüm dünyanın gözü önünde devam eden Gazze kuşatması, keyfi tutuklamalarla zindanlara doldurulan esirlere yönelik ağır muameleler, Arap ülkeleriyle yapılan anlaşmalarla İsrail’le ilişkilerin normalleşmesi ve Filistin’in gündemden düşürülmesi tehlikesinin kapıda olması Aksa Tufanı Harekatı’mızın gerçekleşmesinin sebepleridir.
7 Ekim operasyonuyla Siyonistlere gereken dersi verdik ve bundan sonra da inşallah vermeye devam edeceğiz. Kimse bizden hiçbir şey yapmadan oturmamızı beklememeli. Yaşananlara yıllardır seyirci kalan, sadece karar almakla yetinen etkisiz uluslararası kuruluşlardan bir yardım umarak da vaktimizi geçiremezdik. Uluslararası yasalarda ve sözleşmelerde yer alan savunma hakkımızın var olduğunu bilerek; halkımızı, haklarımızı, kutsallarımızı ve topraklarımızı savunmak için inisiyatif almak zorundaydık.
- Bu gerekçeler neden halen bazı insanlar tarafından ikna edici görülmüyor? “Zamansız ve hesaplanmamış bir girişim” olduğu iddiaları için ne dersiniz?
Bu tufan, iki tarafın savaşında kimin bizimle, kimin karşımızda olduğunu, kimin eksik kaldığını, kimin ikiyüzlü olduğunu, kimin yanımızda durduğunu ve Mescid-i Aksa’ya karşı kimin görevini yerine getirdiğini bilmemizi sağladı. Kitabımıza ve değerlerimize saldırıldığı, Allah Resulüne açıkça küfredildiği, mahremlerimize el uzatıldığı bir ortamda Allah yolunda cihat edilmeyecekse ben sormak istiyorum: “Ne zamandır bu uygun zaman?” İki milyondan fazla insanımız kuşatma altında tutuluyorken, işgalcinin saldırıları ve ablukasıyla her gün evlatlarımız bir bir aramızdan ayrılıyorken sormak istiyorum bu uygun zaman ne zaman?
Müslümanların büyük bir kısmı Mescid-i Aksa’ya ve Filistin’e destek konusunda maalesef ihmalkâr davranıyor. Bu utançtan kurtulmak için de sürekli bahaneler arıyorlar. Aslında bu bahaneleri üretenler kendi vicdanlarını bile ikna edemiyor. Bu umursamaz haller devam ettiği müddetçe Cenab-ı Allah bunların hepsinin hesabını soracaktır.
- Dünya ilk iki gün İsrail ve taraftarlarının yoğun propagandası altında kaldı. HAMAS’ı, “terör, katliam ve sivil ölümü” gibi kelimelerle yan yana kullanan haber cümleleriyle karşılaştık. Hakkınızdaki bu anti propagandanın bozulduğuna inanıyor musunuz? İnanıyorsanız bu nasıl sağlandı?
7 Ekim’de Kassam Tugayları’nın İsrailli sivilleri hedef aldığına dair ortaya atılan tüm iddialar tamamen yalan ve uydurmadan ibaretti. Bu iddiaların kaynağı işgalci İsrail’in resmi söylemiydi. Hiçbir bağımsız kaynak bunlardan herhangi birini kanıtlayamadı. Tüm bu propagandalar ve söz konusu iddialar, Filistin direnişine iftira atmak için işgalcinin masa başında uydurduğu asılsız hikâyelerden olduğundan elbette boşa çıktı. Amaç, Filistin direnişini şeytanlaştırmaya çalışmak ve aynı zamanda işgal güçlerinin Gazze’ye yönelik acımasız saldırılarını da meşrulaştırmaktı.
Gerek işgalci İsrail gerekse de ABD ilk günlerde kasıtlı olarak “bebek katili” iftirasını yaymaya çalıştılar. Bu iddia sahiplerine ısrarla “delillerinizi getirin ve gösterin” dememize rağmen iddialarını destekleyecek somut hiçbir belge sunamadılar. Uluslararası gazeteler, Kassam Tugayları’nın çocukları öldürdüğü yönündeki iddialarından vazgeçtiler. Ayrıca ABD Başkanı Joe Biden ve Beyaz Saray sözcüsü John Kirby de Filistinli savaşçıların çocukların kafasını kestiğini iddia ettikleri için medyadan özür dileyip geri adım attılar. Bu da işgalci İsrail anlatısının sahte ve yalan olduğunu ortaya koydu.
Hatırlarsanız İsrail gazetesi Haaretz de askeri helikopterlerin savaşçılarımıza ateş açarken sivilleri katlettiğini duyurmak zorunda kalmıştı. Gazze yakınlarında düzenlenen Müzik Festivalinde bulunanlar başta olmak üzere çok sayıda sivil, işgal ordusunun askeri helikopterleri tarafından öldürülmüştü. Bu kişiler, İsrail işgal ordusunun telaşla açtığı ateşle vurulmuşlardı.
Aslında, işgalciler tüm bu yalanları işledikleri soykırımı gerekçelendirmek adına uydurdular. Ama Kassam Tugayları’nın esirlere yönelik muamelesi tüm bu propaganda ve yalanlara verilecek en güzel cevap oldu. Elimizdeki esirler sanki yakınlarını bırakıyorlarmış gibi ayrılıyorlardı. Onların tebessümle el sallamaları, gözlerindeki memnuniyet, geride bıraktıkları teşekkür mektubu, evcil köpeklerine kadar iyi bakılmaları atılan iftiraların hepsini etkisiz kıldı. Savaşçılarımız sadece insanlara değil tüm canlılara karşı iyi davrandılar. İşgalciler hakikatten o kadar çok korkuyordu ki; kendilerini zor durumda bırakacağı için esirlerin yapacağı açıklamalara bile kısıtlama ve yasak getirmek zorunda kaldılar.
- Savaş esirlerinin takası esnasında Kassam Savaşçılarının gösterdiği muamele dünyada oldukça ilgi çekmişti. Bu önceden planlanmış mıydı? Bir de ilan edilen geçici ateşkes süresi neden uzatılmadı?
HAMAS’ın imajını ve itibarını iyileştirmeye ihtiyacı yoktur. Bu gördüğünüz davranışlar, İslami ilkelerimizden ve hoşgörülü İslam anlayışımızdan kaynaklanmaktadır. Sivillere, kadınlara, yaşlılara, özellikle de çocuklara, zarar vermekten kaçınmak Kassam Tugayları’nın tüm savaşçıları için dini ve ahlaki bir sorumluluktur.
Direnişimiz, Aksa Tufanı Operasyonu sırasında bile tamamen disiplinli ve İslami değerlere bağlı olarak hareket etmiş, savaşçılarımız sadece işgal askerlerini ve halkımıza karşı silah taşıyanları hedef almıştır. Oysa işgal ordusu insani ateşkes esnasında bile saldırganlığından vazgeçmemişti.
Biz bu ilk ateşkesle, saldırıları durdurmaya, aralarında çocuklar ve kadınların da bulunduğu Filistinli tutukluları serbest bırakmaya, Gazze’ye yardım ve yakıt götürülmesine onları zorlamış olduk. Düşman, esirlerini serbest bırakıp katliamlara yeniden başlamak istiyordu. Kalıcı ateşkese niyeti yoktu. Bu da sadece katliamın ertelenmesi demekti. Onları, saldırıyı kalıcı olarak durdurmaya zorlamak için baskı araçlarını elimizde tutmaya kararlıydık.
- İsrail’in Eş-Şifa gibi hastanelerin altında tüneller olduğu iddiasıyla gerçekleştirdiği saldırılar hakkında ne söylemek istersiniz?
Filistin direnişinin Gazze’deki hastaneleri komuta merkezi olarak kullandığı yönündeki iddialar yalan ve yanıltıcı haberlerin en acımasız örneğidir. Bu iddia kanıtlanmadığı gibi birçok Batılı basın kuruluşunun raporlarıyla da yalanlanmıştır. Hastanelerle ilgili iddialarının yalan olduğu ortaya çıkınca sahte zaferler pazarlamaya giriştiler; ama onu da ellerine yüzlerine bulaştırdılar.
Halkımızın açlıktan ve bakımsızlıktan ölmesini bekleyenler, yaralılarımızın ve hastalarımızın tedavi edilmesini istemeyenler hastanelere de saldırarak tüm direniş bileşenlerini yok etmeye çalışıyor. Siyonistler hınçla, bir intikam duygusuyla saldırıyor. Gazze’de her şeyden intikam almak için insanları, ağaçları, hayvanları, binaları, okulları ve hastaneleri kısaca her şeyi hedef alıyorlar.
- Bu harekâtı gerçekleştirirken Siyonist düşmanın ve küresel destekçilerinin muhtemel tepkilerini dikkate aldınız mı?
Bu bizim İsraillilerle ilk savaşımız değil; onlarla beş büyük savaş yaşadık. Daha önceden kazanılmış birçok tecrübeye sahibiz. HAMAS olarak bu savaşa girdiğimizde, İsrail’i de, onun imkânlarının ne olduğunu da biliyorduk. Şunu çok net söyleyebilirim ki, İsrail eğer tek başına olsaydı bu savaşı ilk ayda sonuçlandırmıştık. Önceki savaşlara göre elimizde bulunan daha geniş imkânlarla bu savaşı bitirmiştik.
Fakat ilerleyen günlerde yalnızca İsrail’le savaşmadığımızı tüm dünya gördü. Karşımızda uluslararası bir Siyonist hareket bulunmakta… “Siyonist Devletler Birliği” gibi bir yapıya karşı savaşıyoruz. İsrail’e can simidi olan bu yapının başında ABD var. Bu Siyonist ittifak, işgalci İsrail devletinin yaşamasını kendileri için de bir varlık sebebi olarak görüyor.
- Emperyalist ülkelerin Gazze’de yaşanan bunca sivil katliamını görmezden gelip İsrail’e askeri, istihbari ve lojistik desteklerini açıktan ve ısrarla sürdürmeleri sizin için şaşırtıcı mıydı?
Zalimler tuğyanın, yani haddi aşan azgınların safında yer alıp savaşırlar. Onlar kötülükte birbirleriyle yardımlaşırlar. ABD yönetimi, İsrail’in Filistinli sivillere yönelik katliamına ve Gazze Şeridi’ne yönelik acımasız saldırısına mali ve askeri yardımla destek sağlıyor. Ayrıca Almanya, İngiltere ve Fransa gibi İsrail’in yanında duran yönetimleri de görmekteyiz. ABD ve müttefikleri Filistin halkının on yıllardır çektiği acılara hiçbir zaman aldırış etmediler. İsrail işgal güçlerinin Gazze’de işlediği toplu katliamları daima görmezden geldiler ve halen de gelmekteler. Ama 7 Ekim’de öldürülen işgalci İsrail askerlerine ağıt yakmak için birbirleriyle yarıştılar.
Ne yazık ki bu ülkeler, Arap ve Müslüman ülke yönetimlerinin aşırı derecedeki acizliği karşısında 76 yıldır İsrail işgalinin yanında duruyor ve onu her alanda destekliyor. Sorun olan işgalcilerin dünya tarafından desteklenmesi değil; asıl sorun ümmetin zayıflığı ve içerisinde bulunduğu zillet halidir.
Bizler, BM, Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı gibi farklı kurum ya da kuruluşlardan bir beklenti içerisinde bulunarak yola çıkmadık. Bizim Allah’a güvenmiş temiz bir direnişimiz var. Ve bizim direnişimiz, ümmetin onur ve izzetini de korumak için mücadelesine devam ediyor. Bu savaş, Hak ve batıl arasındaki bir savaştır. Bu savaş, bölgemizdeki ülkelerin geleceğini de etkileyecektir.
7 EKİM ÜMMET İÇİN BÜYÜK FIRSAT
- 7 Ekim’den itibaren Filistin topraklarına komşu ülkelerden Aksa Tufanı harekâtının gidişatına olumlu etki edecek bir müdahale gelmedi. Bu durum sizde bir hayal kırıklığı yaşattı mı?
7 Ekim aslında Müslüman toplumlar için de büyük bir fırsattı. 17 yıldır abluka altında tutulan Gazze toprağının bu denli bir saldırıya maruz kalmasına karşı beklediğimiz destekten mahrum bırakılacağımızı ummuyorduk. Şu ana kadar Arap ve halkı Müslüman ülkelerin tavırları resmi açıklamalardan öteye maalesef geçemedi ve beklenenin çok altında kaldı. Onların bu siyasetiyle, Gazze Şeridi’nde yaşayan 2 milyon Filistinliye karşı işlenen soykırım engellenemiyor. Halkı Müslüman ülkelerin mevcut tavrının, İsrail’i Gazze’de daha fazla yıkım yapmaya ve insan öldürmeye teşvik ettiğini maalesef söyleyebiliriz.
Ancak bizim Aksa Tufanı operasyonundaki hesaplarımız şu veya bu ülkenin vereceği tepkileri hesaba katmaktan çok daha büyüktü. Bizim için mesele bir iman ve cihat meselesidir.
Komşu ülkeler, Filistin için mücadele ettiğimiz gibi aslında onlar için de mücadele ettiğimizi dikkate almalıydılar. Çünkü İsrail tehlikesi Filistin’le beraber onların üzerine de geliyor. İşgalci İsrail’e karşı mücadelede ortaklık gerekiyor. İsrail işgalinden kaynaklanan tehlikenin sadece Gazze’ye yönelik olmadığını, Türkiye’nin de İsrail işgalinin hedefinde yer aldığını ve bunun defalarca haritalarla gösterildiğini biliyoruz. Türkiye de destek konumundan gerçek bir birlik sağlama konumuna bu sebeple geçmek zorundadır.
Bölgesel ve uluslararası hesapların, ikiyüzlü dünyanın esiri olmayı tercih edenler Filistin için hiçbir şey yapamaz, hiçbir fayda sağlayamazlar. İman edenleri Allah korur. Eğer Peygamber (s) Kureyş ve müttefiklerinin hesaplarını dikkate alsaydı Bedir olmazdı, Uhud olmazdı, Ahzâb olmazdı ve Mekke’nin fethi de olmazdı.
- Yemen’den ve Lübnan’ın güneyinden İsrail’e yönelik saldırıların sahaya etkisi nasıl oldu?
Açıkçası, İran’ın bir şekilde bu savaşa dâhil olması, Lübnan’ın güneyinden İsrail hedeflerine düşük yoğunlukta saldırıların gerçekleşmesi ve Yemen’in kendi gücü nispetinde askeri imkânlarını kullanması İsrail’in askeri gücünü dağıtmasına sebep oldu. İşgal ordusuna karşı açılan cephelerin fazlalığı onun kan kaybını arttıracak, zafer için doğru ve olumlu bir adım olacaktır.
İsrail’in verdiği ağır kayıplar arttıkça direnci düşmektedir. Onlar uzun süreli bir savaşı sürdüremezler. İsrail’in içyapısında kargaşa ve kavgalar çıkacak, parçalanmalar yaşanacaktır. Ekonomik olarak zayıflaması da bu savaşın lehimize dönmesini inşallah sağlayacak.
- Körfez ülkelerinin ve bazı Müslüman halkların Filistin’e bu kadar yakın olmalarına rağmen mesafeli durmalarını ve mücadelenizi görmezden gelmelerini neye bağlıyorsunuz?
Bu süreçte Arap ve Müslüman halklardan daha etkili destekler görmeyi umuyorduk. Ancak, Amerika’nın bu ülke yönetimleri üzerindeki etkisi halkın direnişe vereceği desteğin zayıf kalmasını sağladı. Bu ülkelerde halk hareketlerini önleyici tedbirlerin alındığını geçtiğimiz bir yıllık süreçte görebildik.
Arap Baharı denilen olaylardan sonra bölge ülkelerinin geldiği son durumun farkındayız. Halklar bize olan duygularını tam olarak ifade edemiyorlar. Onların fikirleri ve eylemleri, yöneticileri tarafından maalesef zincire vurulmuş ve kısıtlanmış vaziyette…
- Dünya başkentlerinde ve önemli şehirlerde her inançtan ve her ırktan insan “Özgür Filistin” sloganlarıyla meydanları doldurdu. Vicdanın bu güçlü sesini işitince neler hissediyorsunuz?
Aksa Tufanı’nı, dünyada Gazze’yi destekleyen ve İsrail saldırganlığını reddeden bir “Müjde Tufanı” izledi. Bu, Amerika’yı, İsrail’i ve müttefiklerini hayal kırıklığına uğrattı; onların propagandaları ve yalanları başarısızlıkla sonuçlandı.
Açıkçası, yaşananlar herkesin gözleri önünde yaşanıyor. İnsanlar soykırıma da, halkımızın direnişine de açıkça şahit oluyorlar. Herkesin yanımızda olması gerektiğine inanıyoruz. Bu savaşta yanımızda duran, elindekilerle bizi savunan herkese teşekkür ediyoruz. Tarih yanımızda duranları da, bizi yolda bırakanları da yazacaktır. Bu kutsal bir savaştır ve biz bunu Allah için yapıyor, Allah için yürütüyoruz. İnşallah Allah da bizim destekçimizdir.
- Harekâtın sonucunda Gazze’de bu kadar fazla can kaybı yaşanabileceğine ihtimal verdiniz mi?
Düşmanımız olan İsrail’i tanıyor, onun nasıl düşündüğünü iyi biliyoruz. Onlardan ölüm ve yıkımdan başka bir şey beklenemez. Sivillerin acımasızca öldürülmesi işgalci İsrail’in sıkışınca başvurduğu sistematik bir yaklaşımdır. Soykırım bir Siyonizm politikasıdır ve Filistin halkını aşağılamak için kullanılan araçlardan biridir.
İşgal ordusu korkak olduğu için bizim savaşçılarımızla açıkça karşı karşıya gelemiyor. Kadınlara, çocuklarımıza ve yaşlılarımıza bombardıman ile saldırıyor. Siyonistler bütün dünyanın gözü önünde yaşanan bu insanlık dışı katliamları, bölgesel ve uluslararası bir caydırıcılığın olmaması, kendisine hiçbir hesabın sorulamaması sayesinde işlemeye devam ediyor.
Bizler işgal devletinin 76 yıldır uyguladığı katliamların bir benzerini yapacağını tabi ki bekliyorduk. Bu savaşa başlarken ciddi bedellerin ödeneceğini görebilmiştik. Emin olamadığımız konu, 2 milyar Müslüman’ın tüm bu olup bitenler karşısındaki tavrıydı. Maalesef bizleri asıl üzen, herkesin gözü ününde yaşanan bu trajediye duyarsız kalınmasıydı. Hatırlatmak isteriz ki, bizler ümmetin onuru için mücadele ediyor ve şehitler veriyoruz. Söz konusu din, inanç, Mescid-i Aksa’nın mukaddesatı, namus ve haysiyet olunca ödenecek bedellere hem savaşçılarımız hem de halkımız hazırlıklıdır.
- Bir yılı geride bıraktık. Savaşın bu kadar uzaması planlarınız arasında var mıydı?
Savaşı nasıl yürüteceğimize dair geçici ve ana hesaplarımız tabi ki bulunmaktadır. Bu savaşın bir yıla uzayacağı ilk hesaplamalarımızın içerisinde yer almasa da, en kötü senaryolara karşı hazırlıklarımızı yapmıştık. Her adımda nasıl hareket edeceğimizi doğru bir şekilde belirledik.
Direnişimizin içyapısının gücü ve tertibi, bir yılı dolduran bu ağır ve zor savaşta ayakta kalmamızı sağladı. Düşmana kayıplar verdiren başarılı operasyonları her gün gösterebilecek bir dirence sahibiz.
Uluslararası güçlerin İsrail için bir araya gelmiş olmasına rağmen biz bu savaşı kazanacağımıza inanıyoruz. Çünkü onların birliği menfaat üzere kurulmuştur. Oysa bizim direnişimizin temelinde sarsılmaz inancımız bulunmakta. Menfaat üzerine kurulan birliktelikler illaki bir gün parçalanıp kaybolur. İnanç ve akideye bağlı olarak yola çıkanlar ise elbet zafere ulaşacaklardır.
ABD ve Afganistan arasındaki savaşı buna örnek olarak gösterebiliriz. Daha zayıf görülen Afgan mücahitlerinin kararlı ve inançlı direnişleri, Amerikan güçlerini bölgeden çekilmeye mecbur bıraktı. Allah’ın yardımını hak eden bir topluluğun zafere ulaşacağına olan inancımız tamdır.
- Siyonistlerin Gazze’ye yönelik saldırıları sonucunda bölgenin durumunu bugün nasıl görüyorsunuz?
Düşmanın Gazze’ye bombalar yağdırdığı ve ciddi anlamda soykırım işlediği bir gerçek. Ama bizler en güçlü şekilde mücadelemizi halen sürdürüyoruz. Direnişimizin istikrarlı bir şekilde devam ettiğini, tam bir farkındalık ve yetenekle savaşımızın yönetildiğini, sahayı halen kontrolümüz altında tuttuğumuzu belirtmek isterim.
İsrail tanklarının sınırlı bölgelerde var olması sahada kontrolü sağladıkları anlamına gelmiyor. Günün her saatinde İsrail tanklarını ve zırhlı araçlarını imha edecek nitelikli operasyonlar gerçekleştiriyoruz. Düşman halen çok sayıda askerinin ölümüne engel olamıyor.
Onlar soykırım ve katliam yapıyor. Bizler ise moralimizi yüksek tutup direnmeye devam ediyoruz. Allah’ın izni ve inayetiyle, bu işgalcileri topraklarımızdan atana kadar, sadece Gazze’yi değil bütün Filistin’i özgürlüğüne kavuşturuncaya kadar halkımızla birlikte mücadelemize devam edeceğiz.
- Gazze’ye yardım malzemelerinin girişi 7 Ekim’den itibaren çok düşük seviyede. Ancak, Hayfa ve Aşhdod limanları üzerinden İsrail’le ticari trafik halen görülüyor. Halklar boykota katılım sağlarken ülke yöneticileri ve şirketler ekonomik çıkarlarını düşünüyorlar. Sürdürülen savaşın ekonomik boyutuyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Boykot düşmanla olan mücadelede çok güçlü bir silahtır. İsrail üzerinde çok ciddi baskı oluşturmaktadır. Yüzlerce şirket bundan etkilenmiş durumda. Biz sadece ekonomik boykottan bahsetmiyoruz. Boykotun, siyasi, kültürel ve enformasyon alanında da yürütülmesi gerektiğine inanıyoruz. Boykotun etkisinin ne kadar büyük olduğu bilinmeli, kesinlikle hafife alınmamalıdır. Boykotun sürekliliği düşmanın can damarlarına zarar vermektedir.
Halkların boykot konusundaki tavırları iki şekilde olmalıdır. Hem hayatlarında boykotu kararlılıkla sürdürmeli hem de İsrail’le ilişkilerin kesilmesi için yöneticilere baskı yapmalıdırlar. Siyonistlerle ilişkileri kesmek, bu savaşta doğru tarafta olunduğunun göstergesi olacaktır. Tarih bu tercihleri kaydetmektedir.
Maalesef bazı ülkeler, dar siyasi hesaplar güderek çıkarlarını İsrail’in varlığında görüyorlar. Filistin’le değil, İsrail’le birlikteliğin kazandıracağına inanıyorlar. Ancak bir gün, bu varlığın kendilerini büyük bir tehlikeye sokacağını, tüm çıkarlarını tehdit edeceğini anlayacaklardır.
İsrail sadece Filistin’in değil, tüm insanlığın ortak düşmanıdır. Düşmana yapılacak her türlü malzeme yardımı, Gazze’ye yönelik saldırılara doğrudan veya dolaylı bir ortaklıktır. Temel prensip, bu suç örgütünü boykot ederek tecrit etmek ve işlediği suçlardan dolayı cezalandırmaktır.
GAZZE’DEKİ DİRENİŞ İNSANLIĞA ÖRNEK
- Gazze’ye yönelik saldırılarda pek çok HAMAS yöneticisinin de evleri bombalandı ve ailelerinden vefat edenler oldu. Siz ailenizin durumu hakkında bilgi alabiliyor musunuz?
Bizler, Gazze’de halkımızla birlikte şehitler veriyoruz. Bildiğiniz gibi daha önce Şehit liderimiz İsmail Heniyye’nin Gazze’deki evi bombalanmıştı. Kardeşleri, çocukları ve torunları şehit olmuştu.
Benim ailem olan Berhum ailesinin de Gazze’de birden fazla evi bombalandı; yeğenlerim ve kuzenlerim şehit oldu. Ailemizde yirmiden fazla şehit bulunmaktadır.
- İsmail Heniyye Tahran’da gerçekleşen bir suikastla şehid edildi. Bu suikastın nasıl gerçekleştiğiyle ilgili bir bilgiye ulaştınız mı?
İşgal güçlerinin liderlerimize yönelik saldırısı ilk olmuyor. Şeyh Ahmed Yasin, Dr. Abdülaziz Rantisi ve Salih Aruri gibi etkin isimleri öldürmek İsrail’in daima başvurduğu bir yöntemdir. Onlar, güçlü, söz sahibi olan kim varsa daima öldürerek susturmaya çalışıyorlar. Kardeşimiz İsmail Heniyye’de bu dönemin en güçlü Filistinli liderlerinden biriydi… Uluslararası alanda da söz sahibi olan etkili bir şahsiyetti… Siyonistler daha önce birçok kez Gazze’de ona yönelik suikast tertip etmiş ama başaramamışlardı.
Tahran’da gerçekleşen suikast bizleri tabi ki oldukça üzdü. Bu suikastın uluslararası güçlerden teknik destek alınmasıyla gerçekleştiğine inanıyoruz. Daha önce Afganistan’da uygulanan bir yöntemin Amerika ve İngiltere istihbarat merkezlerinin desteğiyle Heniyye’nin şehid edilmesinde de kullanıldığını düşünüyoruz.
Bu konuda halen tahkikat devam etmekte… İranlı yetkililerle hareketimizin yetkili isimleri bu tahkikatın neticesinde çıkan sonucu açıklayacaklardır.
- Bu cinayetin İran’ın başkenti Tahran’da gerçekleşmiş olmasının özel bir anlamı var mı?
Bu suikast, İsrail’in İran’a karşı da bir mesajıdır. Hem Heniyye’yi şehit etme hem de İran’ı dünya önünde zor durumda bırakma amacıyla planlanmış korkakça, alçakça bir saldırıdır.
- HAMAS bugüne kadar pek çok liderini şehit vermiş bir hareket. Şeyh Ahmet Yasin, Dr. Abdülaziz Rantisi, Yahya Ayyaş, Salah Şehade ve diğerleri… Son lider İsmail Heniyye’nin şehadetinin direniş hareketine etkisi nasıl olacaktır?
Onlar şehit liderimiz İsmail Heniyye’yi öldürerek hareketimiz içinde sarsıntı oluşacağını sandılar; ama yanıldılar. Çünkü HAMAS, ilkeleri olan bir kadro hareketidir ve içyapısı güçlü bir şekilde inşa edilmiştir. Hareketimizin kurumlardan oluşması ve görev dağılımlarının liyakate göre ittifakla yapılması yolumuzda güçlenerek yürümemizi sağlıyor.
Liderlerimizin şehadeti bizleri daha da güçlendirmektedir. Onların gidişiyle hüzünleniriz ama sarsılmadan ve bozulmadan çalışmaya da devam ederiz. Hatırlatmam gerekir ki, Şeyh Ahmed Yasin’in şehadetinden sonra da birçok savaştan zaferle çıkmayı başardık.
- Şehid İsmail Heniyye’nin yerine HAMAS’ın liderliğine Gazze’nin komutanlarından Yahya Sinvar seçildi. Bu seçim bazı tartışmaları da peşinden getirdi. Bu seçim nasıl gerçekleşti? Hareket içerisinde konuşulduğu gibi bir ihtilaf bulunmakta mıdır?
HAMAS’ın lider seçimi şura meclisimiz tarafından yapılmaktadır. Meclisimizi oluşturan üyeler bir şekilde birbirleriyle irtibat kurup haberleşerek lider seçimini gerçekleştirirler. Bu seçim süreci tamamen iç tüzüğümüze uygun şekilde işler. Daha önceki liderimiz İsmail Heniyye’de bu işleyişle seçilmişti; şimdiki liderimiz Yahya Sinvar’ın seçimi de aynı usulle gerçekleşmiş oldu.
HAMAS’ın karar mekanizmalarına dışarıdan hiçbir ülke ve hiçbir kesimin müdahale edebilmesi söz konusu değildir. Bu türden iddialar, hareketimize düşmanlık besleyen veya hareketimizi tanımayan kesimlerce ortaya atılmış olabilir. HAMAS içerisinde iç çekişme gibi hastalıklara asla yer yoktur.
Hareketimiz çok kısa bir süre içinde kardeşimiz Yahya Sinvar üzerinde fikir birliğine vardı. İhtilaf yaşayan yapı bunca riske rağmen bir haftada yeni yöneticisini belirleyemez. Eğer ihtilaf olsaydı, savaşımız bunca zaman uyum ve kararlılıkla devam edemezdi.
Hareketimizin kadroları, özellikle 7 Ekim gibi olağanüstü durumlarda birbirlerine daha fazla kenetlenmekte, örnek bir olgunluk ve anlayışla süreci yönetmeyi sürdürmektedirler.
- Katar’ın başkenti Doha’da ve Mısır’ın başkenti Kahire’de dönem dönem ateşkes görüşmeleri için toplanılıyor. Siz neden son görüşmelere katılmadınız?
Nasıl askeri alanda bir savaş yürütüyorsak siyasi alanda da benzer bir savaşı sürdürmekteyiz. Biz ilk günden itibaren müzakerelerle ilgili net bir pozisyonda duruyoruz. İsrail saldırganlığının kalıcı olarak durdurulması, işgal askerlerinin Gazze’den tamamen çekilmesi, yerinden edilmiş insanların evlerine geri dönmesi, insani yardımların Gazze’nin her bölgesine ulaşımının sağlanması ve Gazze’nin yeniden imarı için çalışmalara başlanması bizim halkımız adına belirttiğimiz şartlarımızı oluşturuyor.
ABD Başkanı Joe Biden 31 Mayıs’ta bir ateşkes taslağı açıklamıştı. Bu taslak metinde bizim taleplerimize yakın maddeler bulunmaktaydı. 3 aşamadan oluşan ateşkes önerisinin ilk aşaması altı haftalık bir dönemi kapsıyordu. Bu süre içinde tam bir ateşkes sağlanacak, İsrail Gazze’deki yerleşim yerlerinden çekilecek ve taraflar ellerindeki esirlerin bir bölümünü serbest bırakacaktı. Bu süre zarfında Gazze’ye insani yardımların girişi de sağlanacaktı. İkinci aşamada erkek askerler dâhil kalan tüm canlı esirler karşılıklı serbest bırakılacak ve İsrail güçleri Gazze’den çekilecekti. Anlaşmanın üçüncü aşaması ise savaşın yol açtığı yıkımın ardından Gazze’nin yeniden imar edilmesinin önünün açılmasını kapsıyordu.
Biz Biden’ın bu ateşkes taslağını kendi şartlarımıza yakın olmasından ötürü kabul etmiştik. Ancak Netanyahu’nun sürekli yeni şartlar öne sürmesi ve farklı, ilave maddeler gündeme getirmek istemesi üzerine kurulacak yeni masada bulunmayı reddettik.
- Netanyahu’nun Netzarim ve Philadelphi koridorlarını gündeme getirmesinin sebebi nedir?
Biz karşımızdaki düşmanın nasıl düşündüğünü biliyoruz. Bu konuda tecrübemiz var. Gazze şeridinin ortasında bulunan Netzarim Koridoru ve Gazze Şeridi ile Mısır sınırındaki Philadelphi Koridoru’nu kontrol altında tutmak istemeleriyle oyun oynamaya çalışıyorlar. Bunun gerçekleşemeyeceğini aslında onlar da biliyor. Süreci uzatmak için anlamsız tekliflerle karşımıza çıkmaktalar. Konuyu dağıtarak asıl konuşulması gereken maddelere gelinmesini engelliyorlar. Her defasında süreci uzatarak hareketimiz üzerinde baskı oluşturmayı amaçlıyorlar.
Şu bilinsin ki, biz her ne pahasına olursa olsun halkımızın faydasına olan şartlarımızdan vazgeçmeyecek, İsrail ile ateşkese varmak için acele etmeyeceğiz.
- İsrail ve destekçileri nasıl bir Gazze istiyorlar? Masa başında konuşulan, “İnsansız Gazze, HAMAS’sız Gazze, FKÖ’nün kontrolünde bir Gazze, Ulusal Gücün denetiminde bir Gazze” gibi seçeneklerin ortak noktası direnişin bitirilmesi ve İsrail’in güvenliğinin sağlanması… Bu hedefleri gerçekleşebilir buluyor musunuz?
İşgal hükümetinin en büyük amacı Gazze’yi tamamen yakıp yıkmak ve insanlarını öldürmek… Sonrasında ise saydığınız seçenekleri tabi ki tartışıyorlar. Onlar Gazze’yi HAMAS’sız, Kassam’sız ve direnişsiz bırakmak istiyor. Halkı tehcir etmeyi, Gazze’yi tamamen insanlardan arındırılmış bir toprak parçası haline getirmeyi veya zayıf ve iradesiz bir hükümetle yola devam etmeyi planlıyorlar. Bunların hepsi teslimiyet ve yenilgi tezleridir. Ancak Allah’ın izniyle bunlar olmayacaktır.
Düşman 7 Ekim’de bu savaşı kaybetti. Askeri, siyasi ve küresel anlamda kaybetmeye de halen devam etmektedir. Kaybedenin tezleri de kendileri gibi parçalanıp yok olmaya mahkûmdur. Oysa Gazze’nin kaderini, Filistin için cephede bulunan, savaşan, fedakârlık yapıp bedel ödeyenler belirleyecektir.
- Gazze, ümmetin 100 yıllık serüveninde görülmemiş bir emsal olarak karşımızda duruyor. Abluka altında, acılar ve yokluk içinde yaşayan bir halkın ortaya koyduğu direniş azmini ve sonrasındaki sabır ve tevekkülü nasıl açıklıyorsunuz?
Gazze, destansı metaneti, iradesi ve fedakârlığı ile eşsiz bir modeldir. Dinini, imanını ve kutsallarını savunması açısından insanlığa örnektir. Gazze’nin iradesi, bölgedeki büyük ve güçlü ülkelerin kararlılığını çoktan aşmıştır.
Bizler eğer Kassam Tugayları’nın kararlılığını, sabrını ve metanetini bilmeseydik bu savaşı veremezdik. Aynı şekilde, direnişe sevgi gösteren, her aşamada ona sağlam destek verip kucak açan cesur halkımızı da çok iyi tanıyoruz. Halkımızın bu kararlılık ve fedakârlığı karşısında onlara çok şey borçluyuz. Onların bu fedakârlıkları bize çok daha fazla sorumluluk yüklemekte…
Filistin halkının Siyonist tuzakları alt üst ettiğini, büyük bir sebat ve azimle İsrail’i başarısız kılacağını hepimiz inşallah yakında göreceğiz.
- Aksa Tufanı Harekâtı’nın üzerinden geçen bir yılın sonunda, Müslümanlara ve dünyadaki vicdan sahibi insanlara neler söylemek istersiniz?
Öncelikle, savaşımızın üç ana esas üzerinde devam ettiği bilinmelidir. Halkımızın ihtiyaçlarının karşılanması ve böylece dirençli bir şekilde ayakta kalmaları bunlardan ilkidir. Diğer iki esas, düşmanımıza mümkün olan en fazla hasarı vermek ve mücahitlerimizin bu savaşı en az kayıpla atlatmasıdır.
Bölge ülkelerini ve Müslüman halkları bizimle birlikte olup bu savaşa destek vermeye davet ediyoruz. Ürdün’den, Mısır’dan ve Türkiye’den üç kardeşimizin münferit fedakârlıklarını takdir ediyor, şehadetlerini tebrik ediyoruz. Lübnan, İran ve Yemen’le başlayan savaş alanlarının genişletilmesi çabalarını, düşmanımızın gücünü böldüğünden değerli buluyoruz. Bu türden katkılar, halkımızın motivasyonunu da güçlü tuttuğundan bizler için oldukça değerli görülmektedir.
Uluslararası alanda İsrail yöneticileri hakkında “savaş suçlusu” davalarının açılıyor olmasını da yakından takip etmekteyiz. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin işlenen soykırımın baş aktörü konumunda olan Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında yakalama kararı başvurusunda bulunması işgal devletini panikletmiştir. Almanya hükümetinin bile, Netanyahu hakkında tutuklama kararı verilmesi durumunda hükme uyacaklarını açıklaması İsrail’de tedirginlik oluşturmuştur.
Bu savaşın bitimiyle İsrail ekonomik ve askeri yönden kayba uğrayacak, Filistin direnişinin adımları ise inşallah yükselişte olacaktır.
Herkese bir çağrıda bulunmak istiyorum: Siyonist düşman sizin ve halkınızın geleceği için bir tehlikedir. Çok geç olmadan uykunuzdan uyanın. Mescid-i Aksa’nın ve Filistin’in gerçek zaferinin zamanı şimdi değil de ne zaman? Duaların, gösterilerin, hatta mali desteğin ötesine geçerek yöneticilere Siyonist varlığa karşı caydırıcı pozisyon almaları konusunda baskı yapın; güçlü ve etkili faaliyetlere yönelmek suretiyle Filistin’in yanında durun.
Herkes kendisini yarın Allah’ın huzurunda sorulacak şu soruyu cevaplamaya hazırlamalıdır: Mustazaflar için, Mescid-i Aksa, Gazze ve Filistin için ne yaptın?
Milat Gazetesi